December 24, 2013

Dilek Ağacı / 2014 / Wish List



Wish Tree - A photo edit of mine by using lorystripes app

Dileklerim var - 2014 için.  

1) Şimdi ben şöyle bir şey söylesem / zamanda yüzebiliriz - geriye, ileriye yüzebiliriz, şimdide yüzebiliriz.. İlk dileğim algı dileği. Zaman algımın önündeki tül kalkar mı yeni yılda... Gitmek istediğim zamanlar var. 10 bin - 15 bin yıl öncesinin Mezopotamya'sına. 3 bin yıl öncesinin Akdeniz kıyılarına. Babil'de bir akşam yemeğine. Mayalarla gökyüzüne bakmaya. İskenderiye'de büyülenmeye. Bir şamanla dans etmeye. Bir kaç bin yıl sonrasının kutuplarına. On yıl sonraki yüzüme bakmaya. Çocukluğumdaki Pinokyo bisikletimi tekrar görüp tekrar heyecanlanmaya. Çok ama çok uzun bir zaman sonra - mesela bir kaç milyon yıl - tam şu anda yaşadığım yerin ne hale geldiğini görmeye. Çok ama çok uzun bir zaman öncesinin - mesela bir kaç milyon yıl - çiçeklerini, ağaçlarını, böceklerini görmeye. Her yerde aynı anda olmaya, her şeyi aynı anda yaşamaya.... 2014 bana zamanı getirsin. 2014 bana zamanı öğretsin. 2014 bana zamansızlığı hediye etsin. 2014 bana zamandan bağımsız bir ben versin. Bir zaman diliminden zaman dilemek hiç de tuhaf değil. Güzel olan bu :)
2) Bir kokteyle adımı vermek - megaloman bir dilek değil - naif bir dilek sadece. Virgin / dirty fark etmez. Beklerim tadına bakmaya... Aslında bir dilek de değil bu - agenda for 2014
3) Sizce de insanın üstüne üstüne gelen bir yıl değil miydi 2013? Yeni yılın ben üstüne üstüne gitmek istiyorum. Daha sessiz, daha huzurlu, daha gülümsemeli, daha az yorucu bir yeni yıl diliyorum. Bu bir sıradanlık dileği.
4) Sanatsız dilek olmaz.. Şunlar var şu sıralar - illüstrasyonlar, resimler, kolajlar, videolar, fotoğraflar, dijitaller, grafikler, karıştırmalar, seramikler... Bunlar bir araya gelip de beklenmedik bir mekanda sergi olur mu... olur neden olmasın - dilek bu..
5) Yazılanlar... Yazılanlar... Yazılanlar.. Yazılmayı bekleyenler... bu dilek ne demek biliyorum ben.
6) Hayatını merak ettiklerim var. Anlatılanlardan fazlasını ama.. Yazılanlardan da fazlasını.. Fotoğraflardan da fazlasını.. Sylvia Plath, Kurt Cobain, Mayakovski, Nilgün Marmara, Virginia Woolf, Stefan Zweig, Sadık Hidayet.... Merak ediyorum kendi elleriyle son verdikleri hayatlarının en ince detayını dahi. 2014 için okunacaklar ve izlenecekler listesi.. Neden? Nasıl? Dehşet verici bulmuyorum. Merak ediyorum. Anlamak istiyorum. Dilek nerede diyenlere - bu insanları keşfe çıkma yılı olsun benim için. Buna zaman ayırabilmeyi diliyorum. 
7)  Doğum günümü günlerce kutlamak istiyorum. :) Dileğim = düşünülmüş hediyeler + bol keyifli masalar
8) Bir gün batımı bir de gün doğumu dileğim var. Birinde elimde bir şişe şarap olsun, diğerinde bir fincan kahve. Tek bir insanla, onunla günü batırmak ve günü karşılamak istiyorum. Dilekse böyle muhteşem bir güneş manzarası olan o yeri bulmak.. Bunu Nisan Mayıs gibi bulmuş ve yaşamış olmak istiyorum. Böylece yazın bir kaç kez tekrarlayabiliriz.  
9) O kırmızı sırt çantalarıyla gidilecek yerler var - ya hiç gidilmemiş ya da tekrar tekrar gidilen. Taşoz adası, Mardin, Valencia, Antakya, Berlin, Gümüşlük, Ovabükü, Stockholm, Tokyo, Artvin... O kadar uzun ki liste.. bu bir gezgin dilek.
10) Bir flip flop hastasıyım ben. Hayatım gece gündüz onlarla geçsin isterim. Rio'da yaşamalıymışım :) bu kısmı artık dilek olmaktan çıkıp hayal olmaya gidiyor. Parmak arası terliklerle işe gidebileceğim günü hayal ediyorum. Resim belli aslında, kış bahar yaz fark etmez - ben incecik ayaklarıma flip flop  özgürlük diliyorum.
11) Beni okuyorsunuz biliyorum - Amerikadan, Hırvatistandan, Almanyadan, Hollandadan, Rusyadan, Dubaiden, Lübnandan, Portekizden, Türkiyeden, Sırbistandan, Avustralyadan.... Daha bir sürü yerden her gün - herhangi bir an.. Sizi merak ediyorum.. dilerim tanışırız 2014te..

December 16, 2013

Karışık Yazı - Biraz da Kalabalık



İstanbul - Cihangir


Cihangir'de toplanıldı. Hava henüz kararmadan. Yıllar öncenin arkadaşları geldi önce, sonra biraz daha yeniler, sonra hiç tanımadığımız bir kaç kişi - tanışıldı. Kalabalık ve uyumsuz bir grup olundu. Bir kaç bira içildi. Çıtır pizzalar masaya geldi. Otlu isteyen rokforlu isteyeninkinden aldı bir parça. Birayı Tuborg içen o gün Efes içti. Bomonti de varmış dedik, hep beraber Bomonti istedik sonra. Bir ara mercimek çorbası geldi masaya. Telefonlar çaldı, arayanlara konum bildirildi. Bankanın köşesinden alındı yeri bulamayanlar. Kalabalık artık benzersiz bir uyum içindeydi. Serbest çağrışımlı zeki espriler herkesi birbirine yapıştırdı. Sonra ara sokaklardan İstiklal'e çıkıldı. Yol üstünde magnet, şapka alındı. Eskicilerin, antikacıların ve de kitapçıların önünde - içinde - yanında vakit geçirildi. Birileri birilerini bekledi. Diğerleri bir sigara yaktı. Nereye gidiyorduk? Tanımadığımız başka birinin doğum gününe. Masaya ilave yapıldı. Davet edilen iki kişiyle gelen dört yabancıya yer açıldı. Rakı içerken sıkılan yabancılar - biz - kalkmaya karar verdi. Doğum günü kadını merdivenlerden aşağıya kadar geldi teşekkür etti tanımadığı - yeni tanıştığı - yabancılara. Gelecek ay karşıda toplanacaklardı, bizi de çağırdı. Mutlu yaşlar diledik. Biz iki eski dostu masada bıraktık gece görüşmek üzere. Şimdi iki sevgili + bir eski dost + bir de o gün aramıza katılan yeni arkadaşla değişik bir dörtlü olduk. Tektekçi'de söylediğimiz shotlarda bence alkol yoktu. Bir kaç fotoğraf, süt şişesinde içtiğimiz bira ve gelen telefonla tekrar altı kişi olmak üzere yürümeye başladık. Yedincinin şarjı bitmişti, karşıya çoktan geçmiştir. İstiklal üstü bir kopma, sonra bir tane daha. Tanıdığa rastladı biri, takılmaya karar verdi. Diğeri tanımadığı birilerine takıldı kaldı. Biz şimdi iki sevgili + eski dost ve yeni karısı başka bir dörtlüye dönüştük. Taksiye binildi. Eve gidildi. İstanbul'un sabaha karşı trafiğine şaşıran eski dost ve yeni karısına Ankara'nın sıkıcılığı üzerinden bir şeyler söylendi. Taksici de dahil oldu. Ne dedi sanırım o anda unutuldu.

Ertesi sabah - kimse akşamdan kalma gibi görünmedi. Birbirini yeni tanıyan insanlarla içmekten, kalabalık olmaktan, gülmekten, yürümekten, durmadan değişen gruplara bölünüp bölünüp birleşmekten, üç ayrı mekana gitmekten, eski arkadaşlarla olmaktan, açık havadan, her şeyden olabilir... Belki de bira - rakı - shot - bira etkisidir.

December 13, 2013

Balon



Arboretum - İstanbul - One of my digital photo edits

Kadının aklı son seyrettiği filmde kalmış. İstiyor ki yanındaki adam balon uçursun penceresinin önünde. Film o, dedim. Kendi balonunu bulacaksın sen de. Bul işte. Ben, dedi, balonlar uçsun istiyorum. Balon deyince aklına lunapark bilemedin bir çocuğun doğum günü partisi gelen adamla bir filmin en güzel sahnesi olmak istiyor. Kucağında yastık sımsıkı sarılmışsın, elin cipse gitmiş ama henüz ağzına götürmemişsin - gözün o sahnede.. 80'lerden kalma bir şarkı fonda - filmin kadını koşarak adama gider... Bunu istiyor. Ama, demek istedim, sen gerilim istiyorsun. Küsmen gerekecek önce. Belki seni aldatmalı, belki uzun aylar boyunca ayrı kalmalısınız önce. Bir yanlış anlama, adamın belki de kendini arama macerasında seni özlemesi bla bla bla gerekli. Evinde her gün yumurta pişirdiğin adamdan durduk yere balon uçurmasını bekleyemezsin - demedim kadına. Dedim ki, kuaföre git - kestir saçlarını. Kurtul depresyonundan, hafifle. Koltukların yerini değiştir istersen. Kahvaltı etmeden çıkma evden. Sabahları erken uyan. Baktı yüzüme gerçek hayattaki kadın. Sekizinci kattaki evinin önünde, bir elinde rengarenk balonlar öbüründe yoğurt ekmek domates olan adamı düşündü. O sahne değildi istediği, balonsuz da olsa başka bir adamdı besbelli. Başka bir filme geçmek için 'The End' yazısının kendi kendine çıkmasını bekliyordu - çıkmaz öyle, dedim, o filmlerde olur. Sen bitireceksin, gerçek hayat bu.. Yoksa pause'da kalır hayatın.

Geriye almaya ne dersin? En başa... Belki balonla gelir bu kez. Sen yine de kestir saçlarını.


December 12, 2013

Kar İstanbul'da


İstanbul - Ulus - Pencereden


Yıllar önce - yine bu zamanlar olmalı - Odtü'nün banklarından birinde oturmuş elimdeki Unicef defterine bir şeyler yazıyordum. İlk karıydı Ankara'nın. Hepimizin sırt çantasının olduğu, ayaklarımıza kocaman botlar, postallar giydiğimiz yıllar. Özgürlüğün kendin için hiç aklına gelmediği - zaten özgürsün çünkü öğrencisin çünkü çok başındasın hayatın - düşüncelerinin, hayallerinin kendi uçlarını, limitlerini aradığı yıllar. Dost Kitabevi'nin kartla değil de öğrenci kimliğiyle taksit yaptığı, herkesin kendine Unicef defterleri aldığı yıllar. Çok eski de değil aslında ama artık her yıl bir sonrakine göre daha çabuk eskiyor. O bankta, bembeyaz ağaçların arasında, o deftere ne yazdığımı hatırlamıyorum şimdi ama duygusu çok net aklımda. Şu anı, şimdiki hayatımı o gün aklımın herhangi bir noktası ile bile hayal etmemiştim. Bir gün gelip de 'arabasız işe nasıl gidilir bu sabah' diye kara lanet edeceğimi de düşünmemiştim. O sabahsa yağan ilk kar için pencereden çığlık atmıştım. Mutluluktan. Bir kitap, bir defter, bir paket sigara, bir iki kalem alıp özgürlüğümün peşine takılmıştım. Bir de walkmenim vardı, parlak koyu pembe sony. Şöyleydi gelecekte kendimi gördüğüm yer; çevreci bir gruplayım - dünyanın herhangi bir yerindeyiz - belki simbiyoz beslenme, belki de o dönem moda diyedir karettalarla ilgili bir araştırma yapıyoruz - arada denize giriyoruz - di Caprio'nun oynadığı o filmdeki gibi kendi cennetimizdeyiz belki de - overdose yaratıcılık overdose düşünme içindeyiz - bir takım kurumlar bu çalışmalarımız için belki de sadece bu kadar güzel düşünebiliyoruz diye bizi finansal olarak destekliyor - devamı yok... Kesintisiz hep o yaşta kalacakmışım gibi..

Şimdi kar var dışarıda, önümde düz ekran bir pc - 3G bağlantılı iki telefon - yapmam gereken işler - akşam 6'dan sonra yapılacak toplantının iptal edilmesi için içimden dua ediyorum. Kar ağaçların dallarında birikmiş. Yasak ama sigara içiyorum odamda. Öğlen yemeğe verdiğim parayı bir sokak çocuğuna verseydim keşke diyorum, ya da bir hayvan barınağına bağışlasaydım. Birazdan sayfalar dolusu powerpoint sunumunun içinde hatalara takılacak sadece gözüm. Dışarıda kar tertemiz. Avuç içimi tanımıyor önce sistem. Bir daha okutuyorum. Ekranım açılıyor, kahvemi içiyorum. Telefonum çalıyor. Bir mail gelmiş, acilmiş - acil... Hemen şimdi kalkmak istiyorum yerimden. İki elimi de tanıyan o alete bir daha dokunmamak üzere gitmek istiyorum. Parktaki köpeklere sarılıp karda yuvarlanmaya belki. Sabah saate bakmadan gün ışığından zamanı tahmin etmeye. Kendime kaçmaya..

December 10, 2013

Huzurun Adresi: Melinda Pansiyon - Datça / Ovabükü




Datça - Ovabükü

Aslolan huzur.. Hayvanlarda vardır hani yeri belli olsun, bölgesi belli olsun isterler. Biz de öyle köşedeki masayı seçtik. Kahvaltılar, yoğurtlu biber patlıcan kabak kızartmaları, soğutulmuş bardaklarda öğlen biraları, akşam güneş dağların arkasına kaçmadan kavun peynir rakı, akşam balığı, karanfilli ekmekler, incir reçeli, gece sohbetleri, güneşe tenimizi bırakışımız, okuduğumuz kitabın üzerine düşen uykumuz hep orada, o köşe masada hikayelendi. Üç kişiydik, bazen tek tek - çoğunlukla bir. Buzlu bademlerin kabuklarını özenle soyduk, tavlanın pullarını ses çıkarmadan dizdik. Mayolarımız üzerimizde kurudu, akşam tuzlu saçlarımız, üzerimize örttüğümüz havlularımız, o kitabın sayfaları... Tam üstümde bu kadar parlak bir gökyüzü varken başımı kaldırıp dokuz gece ufo görme umuduyla bakındım. Göremedim :)... Oysa ne kadar yakışırdı bu huzura, içimin sessizliğine, Ovabükünün büyüsüne, Melinda Pansiyonun kokusuna..

Hayal kurdum, bırakmışım her şeyi. Omuzlarıma semsert vuran İstanbul'u, her sabah giydiğim yüksek topukları.. Gelmişim buraya. Gelmişiz. Bu kez dönmemek üzere.. Aynı masada rakımız, salatamız ve minderlerde bıraktığımız izler bizi unutmadan dönmüşüz. Datça yazmışım bir peçetenin üzerine, kitap ayracı yapmışım. Uyumuşum uyanmışım, uyumuşum uyanmışım hala Datça'dayım..

December 9, 2013

Zaman Benim Olsun


Sarıgerme

Bitiyor, bu yıl da. Zaman hep geçiyor. İnsanlığı bilmem, benim için travmatik bir deneyim lineer zamana teslimiyet. Doğum - yaşam - ölüm zincirinin en başını ve en sonunu kabul etmekte zorlanıyorum. Hep daha öncesini ve daha sonrasını merak ediyorum. Basit bir "cause and effect" kurgusu yapmak istiyorum, effect belli de cause nedir'de takılıyorum. Bilmemekse korku veriyor, haliyle. Neden doğduk, doğduk da neden ölüyoruz kadar basit bir sorunun cevabını veremiyorsan tam köke inmelisin önce. Tüm bu saçma bilinmezliğin köküne. Zaman denen fenomene...

Zamansa işte su gibi akıp giden, tıpkı bir nehir gibi baktığında hep sabit ama bir önceki değil baktığın.... Bense oynamak istiyorum her bir anla; bozup bozup tekrar yapmak istiyorum - içinde uyumak uyanmak ve uyuduğum ana geri dönmek istiyorum. Sonra hepsine isim vermek istiyorum - versiyon 1 versiyon 2 versiyon 3... O yağmurlu havada araba kullandığım versiyonu, evde kaldığım veya sokaklarda deli gibi ıslandığım versiyonu görmek eğlenmek ve gülmek istiyorum. Çok şey mi istiyorum... Zaman benim olsun istiyorum, ben zamanın değil... Ben uçmak istiyorum - uçabildiğim kadar uçmak - uçabildiğim kadar... uçabildiğim kadar... zamanın içinde uçmak istiyorum........
Related Posts with Thumbnails