İstanbul - Ulus - Pencereden
Yıllar önce - yine bu zamanlar olmalı - Odtü'nün banklarından birinde oturmuş elimdeki Unicef defterine bir şeyler yazıyordum. İlk karıydı Ankara'nın. Hepimizin sırt çantasının olduğu, ayaklarımıza kocaman botlar, postallar giydiğimiz yıllar. Özgürlüğün kendin için hiç aklına gelmediği - zaten özgürsün çünkü öğrencisin çünkü çok başındasın hayatın - düşüncelerinin, hayallerinin kendi uçlarını, limitlerini aradığı yıllar. Dost Kitabevi'nin kartla değil de öğrenci kimliğiyle taksit yaptığı, herkesin kendine Unicef defterleri aldığı yıllar. Çok eski de değil aslında ama artık her yıl bir sonrakine göre daha çabuk eskiyor. O bankta, bembeyaz ağaçların arasında, o deftere ne yazdığımı hatırlamıyorum şimdi ama duygusu çok net aklımda. Şu anı, şimdiki hayatımı o gün aklımın herhangi bir noktası ile bile hayal etmemiştim. Bir gün gelip de 'arabasız işe nasıl gidilir bu sabah' diye kara lanet edeceğimi de düşünmemiştim. O sabahsa yağan ilk kar için pencereden çığlık atmıştım. Mutluluktan. Bir kitap, bir defter, bir paket sigara, bir iki kalem alıp özgürlüğümün peşine takılmıştım. Bir de walkmenim vardı, parlak koyu pembe sony. Şöyleydi gelecekte kendimi gördüğüm yer; çevreci bir gruplayım - dünyanın herhangi bir yerindeyiz - belki simbiyoz beslenme, belki de o dönem moda diyedir karettalarla ilgili bir araştırma yapıyoruz - arada denize giriyoruz - di Caprio'nun oynadığı o filmdeki gibi kendi cennetimizdeyiz belki de - overdose yaratıcılık overdose düşünme içindeyiz - bir takım kurumlar bu çalışmalarımız için belki de sadece bu kadar güzel düşünebiliyoruz diye bizi finansal olarak destekliyor - devamı yok... Kesintisiz hep o yaşta kalacakmışım gibi..
Şimdi kar var dışarıda, önümde düz ekran bir pc - 3G bağlantılı iki telefon - yapmam gereken işler - akşam 6'dan sonra yapılacak toplantının iptal edilmesi için içimden dua ediyorum. Kar ağaçların dallarında birikmiş. Yasak ama sigara içiyorum odamda. Öğlen yemeğe verdiğim parayı bir sokak çocuğuna verseydim keşke diyorum, ya da bir hayvan barınağına bağışlasaydım. Birazdan sayfalar dolusu powerpoint sunumunun içinde hatalara takılacak sadece gözüm. Dışarıda kar tertemiz. Avuç içimi tanımıyor önce sistem. Bir daha okutuyorum. Ekranım açılıyor, kahvemi içiyorum. Telefonum çalıyor. Bir mail gelmiş, acilmiş - acil... Hemen şimdi kalkmak istiyorum yerimden. İki elimi de tanıyan o alete bir daha dokunmamak üzere gitmek istiyorum. Parktaki köpeklere sarılıp karda yuvarlanmaya belki. Sabah saate bakmadan gün ışığından zamanı tahmin etmeye. Kendime kaçmaya..
|
1 comment:
Post a Comment