April 15, 2014

NEDİR? Smoking Turtle?



Stolen from the Street

Şudur.. Yeni blog.. benim.. smokingturtle.blogspot.com girin bakın eğlenin :)
Zest etc instagram hesabımdaki her şey ve fazlası.. buraya yazasım var.. oraya da..
Laleler mi.. sabah koşu sonrası Bebek'ten..


January 6, 2014

My New Zest Project On Instagram - @zestetc #zestetc



@zestetc is my new project on instagram / also available at #zestetc
Yeni yılın taze instagram projesi @zestetc - #zestetc
Keyif, gusto, lezzet içeren her şeye dair... Takipte kalın.. İlk postlar aşağıda - tadını çıkarın..

New year's baby instagram project is @zestetc - #zestetc
On pleasure, gusto, zest and everything else... Keep following.. Here are the first step posts - enjoy..

[Coffee liqueur + Wafer with hazelnut cream + Winter forest scented candle]

[Chinese green tea + Friends + Joy]

[English tea + Cinnamon stick + Good music]

[A glass of red wine + Christmas ornaments + Huxley's 'the doors of perception' + Silence]

[Black zebra tomato + Himalayan salt + Pimento + Pepper coctail + Touch of Greek spirit]

[Black coffee + 'Caramel' a film by Nadine Labaki + Sunday light + Bliss]

[A glass of cold beer + Spicy chips + 5th of January mediocrity]

Her şey keyif için :)
All for zest :)

December 24, 2013

Dilek Ağacı / 2014 / Wish List



Wish Tree - A photo edit of mine by using lorystripes app

Dileklerim var - 2014 için.  

1) Şimdi ben şöyle bir şey söylesem / zamanda yüzebiliriz - geriye, ileriye yüzebiliriz, şimdide yüzebiliriz.. İlk dileğim algı dileği. Zaman algımın önündeki tül kalkar mı yeni yılda... Gitmek istediğim zamanlar var. 10 bin - 15 bin yıl öncesinin Mezopotamya'sına. 3 bin yıl öncesinin Akdeniz kıyılarına. Babil'de bir akşam yemeğine. Mayalarla gökyüzüne bakmaya. İskenderiye'de büyülenmeye. Bir şamanla dans etmeye. Bir kaç bin yıl sonrasının kutuplarına. On yıl sonraki yüzüme bakmaya. Çocukluğumdaki Pinokyo bisikletimi tekrar görüp tekrar heyecanlanmaya. Çok ama çok uzun bir zaman sonra - mesela bir kaç milyon yıl - tam şu anda yaşadığım yerin ne hale geldiğini görmeye. Çok ama çok uzun bir zaman öncesinin - mesela bir kaç milyon yıl - çiçeklerini, ağaçlarını, böceklerini görmeye. Her yerde aynı anda olmaya, her şeyi aynı anda yaşamaya.... 2014 bana zamanı getirsin. 2014 bana zamanı öğretsin. 2014 bana zamansızlığı hediye etsin. 2014 bana zamandan bağımsız bir ben versin. Bir zaman diliminden zaman dilemek hiç de tuhaf değil. Güzel olan bu :)
2) Bir kokteyle adımı vermek - megaloman bir dilek değil - naif bir dilek sadece. Virgin / dirty fark etmez. Beklerim tadına bakmaya... Aslında bir dilek de değil bu - agenda for 2014
3) Sizce de insanın üstüne üstüne gelen bir yıl değil miydi 2013? Yeni yılın ben üstüne üstüne gitmek istiyorum. Daha sessiz, daha huzurlu, daha gülümsemeli, daha az yorucu bir yeni yıl diliyorum. Bu bir sıradanlık dileği.
4) Sanatsız dilek olmaz.. Şunlar var şu sıralar - illüstrasyonlar, resimler, kolajlar, videolar, fotoğraflar, dijitaller, grafikler, karıştırmalar, seramikler... Bunlar bir araya gelip de beklenmedik bir mekanda sergi olur mu... olur neden olmasın - dilek bu..
5) Yazılanlar... Yazılanlar... Yazılanlar.. Yazılmayı bekleyenler... bu dilek ne demek biliyorum ben.
6) Hayatını merak ettiklerim var. Anlatılanlardan fazlasını ama.. Yazılanlardan da fazlasını.. Fotoğraflardan da fazlasını.. Sylvia Plath, Kurt Cobain, Mayakovski, Nilgün Marmara, Virginia Woolf, Stefan Zweig, Sadık Hidayet.... Merak ediyorum kendi elleriyle son verdikleri hayatlarının en ince detayını dahi. 2014 için okunacaklar ve izlenecekler listesi.. Neden? Nasıl? Dehşet verici bulmuyorum. Merak ediyorum. Anlamak istiyorum. Dilek nerede diyenlere - bu insanları keşfe çıkma yılı olsun benim için. Buna zaman ayırabilmeyi diliyorum. 
7)  Doğum günümü günlerce kutlamak istiyorum. :) Dileğim = düşünülmüş hediyeler + bol keyifli masalar
8) Bir gün batımı bir de gün doğumu dileğim var. Birinde elimde bir şişe şarap olsun, diğerinde bir fincan kahve. Tek bir insanla, onunla günü batırmak ve günü karşılamak istiyorum. Dilekse böyle muhteşem bir güneş manzarası olan o yeri bulmak.. Bunu Nisan Mayıs gibi bulmuş ve yaşamış olmak istiyorum. Böylece yazın bir kaç kez tekrarlayabiliriz.  
9) O kırmızı sırt çantalarıyla gidilecek yerler var - ya hiç gidilmemiş ya da tekrar tekrar gidilen. Taşoz adası, Mardin, Valencia, Antakya, Berlin, Gümüşlük, Ovabükü, Stockholm, Tokyo, Artvin... O kadar uzun ki liste.. bu bir gezgin dilek.
10) Bir flip flop hastasıyım ben. Hayatım gece gündüz onlarla geçsin isterim. Rio'da yaşamalıymışım :) bu kısmı artık dilek olmaktan çıkıp hayal olmaya gidiyor. Parmak arası terliklerle işe gidebileceğim günü hayal ediyorum. Resim belli aslında, kış bahar yaz fark etmez - ben incecik ayaklarıma flip flop  özgürlük diliyorum.
11) Beni okuyorsunuz biliyorum - Amerikadan, Hırvatistandan, Almanyadan, Hollandadan, Rusyadan, Dubaiden, Lübnandan, Portekizden, Türkiyeden, Sırbistandan, Avustralyadan.... Daha bir sürü yerden her gün - herhangi bir an.. Sizi merak ediyorum.. dilerim tanışırız 2014te..

December 16, 2013

Karışık Yazı - Biraz da Kalabalık



İstanbul - Cihangir


Cihangir'de toplanıldı. Hava henüz kararmadan. Yıllar öncenin arkadaşları geldi önce, sonra biraz daha yeniler, sonra hiç tanımadığımız bir kaç kişi - tanışıldı. Kalabalık ve uyumsuz bir grup olundu. Bir kaç bira içildi. Çıtır pizzalar masaya geldi. Otlu isteyen rokforlu isteyeninkinden aldı bir parça. Birayı Tuborg içen o gün Efes içti. Bomonti de varmış dedik, hep beraber Bomonti istedik sonra. Bir ara mercimek çorbası geldi masaya. Telefonlar çaldı, arayanlara konum bildirildi. Bankanın köşesinden alındı yeri bulamayanlar. Kalabalık artık benzersiz bir uyum içindeydi. Serbest çağrışımlı zeki espriler herkesi birbirine yapıştırdı. Sonra ara sokaklardan İstiklal'e çıkıldı. Yol üstünde magnet, şapka alındı. Eskicilerin, antikacıların ve de kitapçıların önünde - içinde - yanında vakit geçirildi. Birileri birilerini bekledi. Diğerleri bir sigara yaktı. Nereye gidiyorduk? Tanımadığımız başka birinin doğum gününe. Masaya ilave yapıldı. Davet edilen iki kişiyle gelen dört yabancıya yer açıldı. Rakı içerken sıkılan yabancılar - biz - kalkmaya karar verdi. Doğum günü kadını merdivenlerden aşağıya kadar geldi teşekkür etti tanımadığı - yeni tanıştığı - yabancılara. Gelecek ay karşıda toplanacaklardı, bizi de çağırdı. Mutlu yaşlar diledik. Biz iki eski dostu masada bıraktık gece görüşmek üzere. Şimdi iki sevgili + bir eski dost + bir de o gün aramıza katılan yeni arkadaşla değişik bir dörtlü olduk. Tektekçi'de söylediğimiz shotlarda bence alkol yoktu. Bir kaç fotoğraf, süt şişesinde içtiğimiz bira ve gelen telefonla tekrar altı kişi olmak üzere yürümeye başladık. Yedincinin şarjı bitmişti, karşıya çoktan geçmiştir. İstiklal üstü bir kopma, sonra bir tane daha. Tanıdığa rastladı biri, takılmaya karar verdi. Diğeri tanımadığı birilerine takıldı kaldı. Biz şimdi iki sevgili + eski dost ve yeni karısı başka bir dörtlüye dönüştük. Taksiye binildi. Eve gidildi. İstanbul'un sabaha karşı trafiğine şaşıran eski dost ve yeni karısına Ankara'nın sıkıcılığı üzerinden bir şeyler söylendi. Taksici de dahil oldu. Ne dedi sanırım o anda unutuldu.

Ertesi sabah - kimse akşamdan kalma gibi görünmedi. Birbirini yeni tanıyan insanlarla içmekten, kalabalık olmaktan, gülmekten, yürümekten, durmadan değişen gruplara bölünüp bölünüp birleşmekten, üç ayrı mekana gitmekten, eski arkadaşlarla olmaktan, açık havadan, her şeyden olabilir... Belki de bira - rakı - shot - bira etkisidir.

December 13, 2013

Balon



Arboretum - İstanbul - One of my digital photo edits

Kadının aklı son seyrettiği filmde kalmış. İstiyor ki yanındaki adam balon uçursun penceresinin önünde. Film o, dedim. Kendi balonunu bulacaksın sen de. Bul işte. Ben, dedi, balonlar uçsun istiyorum. Balon deyince aklına lunapark bilemedin bir çocuğun doğum günü partisi gelen adamla bir filmin en güzel sahnesi olmak istiyor. Kucağında yastık sımsıkı sarılmışsın, elin cipse gitmiş ama henüz ağzına götürmemişsin - gözün o sahnede.. 80'lerden kalma bir şarkı fonda - filmin kadını koşarak adama gider... Bunu istiyor. Ama, demek istedim, sen gerilim istiyorsun. Küsmen gerekecek önce. Belki seni aldatmalı, belki uzun aylar boyunca ayrı kalmalısınız önce. Bir yanlış anlama, adamın belki de kendini arama macerasında seni özlemesi bla bla bla gerekli. Evinde her gün yumurta pişirdiğin adamdan durduk yere balon uçurmasını bekleyemezsin - demedim kadına. Dedim ki, kuaföre git - kestir saçlarını. Kurtul depresyonundan, hafifle. Koltukların yerini değiştir istersen. Kahvaltı etmeden çıkma evden. Sabahları erken uyan. Baktı yüzüme gerçek hayattaki kadın. Sekizinci kattaki evinin önünde, bir elinde rengarenk balonlar öbüründe yoğurt ekmek domates olan adamı düşündü. O sahne değildi istediği, balonsuz da olsa başka bir adamdı besbelli. Başka bir filme geçmek için 'The End' yazısının kendi kendine çıkmasını bekliyordu - çıkmaz öyle, dedim, o filmlerde olur. Sen bitireceksin, gerçek hayat bu.. Yoksa pause'da kalır hayatın.

Geriye almaya ne dersin? En başa... Belki balonla gelir bu kez. Sen yine de kestir saçlarını.


December 12, 2013

Kar İstanbul'da


İstanbul - Ulus - Pencereden


Yıllar önce - yine bu zamanlar olmalı - Odtü'nün banklarından birinde oturmuş elimdeki Unicef defterine bir şeyler yazıyordum. İlk karıydı Ankara'nın. Hepimizin sırt çantasının olduğu, ayaklarımıza kocaman botlar, postallar giydiğimiz yıllar. Özgürlüğün kendin için hiç aklına gelmediği - zaten özgürsün çünkü öğrencisin çünkü çok başındasın hayatın - düşüncelerinin, hayallerinin kendi uçlarını, limitlerini aradığı yıllar. Dost Kitabevi'nin kartla değil de öğrenci kimliğiyle taksit yaptığı, herkesin kendine Unicef defterleri aldığı yıllar. Çok eski de değil aslında ama artık her yıl bir sonrakine göre daha çabuk eskiyor. O bankta, bembeyaz ağaçların arasında, o deftere ne yazdığımı hatırlamıyorum şimdi ama duygusu çok net aklımda. Şu anı, şimdiki hayatımı o gün aklımın herhangi bir noktası ile bile hayal etmemiştim. Bir gün gelip de 'arabasız işe nasıl gidilir bu sabah' diye kara lanet edeceğimi de düşünmemiştim. O sabahsa yağan ilk kar için pencereden çığlık atmıştım. Mutluluktan. Bir kitap, bir defter, bir paket sigara, bir iki kalem alıp özgürlüğümün peşine takılmıştım. Bir de walkmenim vardı, parlak koyu pembe sony. Şöyleydi gelecekte kendimi gördüğüm yer; çevreci bir gruplayım - dünyanın herhangi bir yerindeyiz - belki simbiyoz beslenme, belki de o dönem moda diyedir karettalarla ilgili bir araştırma yapıyoruz - arada denize giriyoruz - di Caprio'nun oynadığı o filmdeki gibi kendi cennetimizdeyiz belki de - overdose yaratıcılık overdose düşünme içindeyiz - bir takım kurumlar bu çalışmalarımız için belki de sadece bu kadar güzel düşünebiliyoruz diye bizi finansal olarak destekliyor - devamı yok... Kesintisiz hep o yaşta kalacakmışım gibi..

Şimdi kar var dışarıda, önümde düz ekran bir pc - 3G bağlantılı iki telefon - yapmam gereken işler - akşam 6'dan sonra yapılacak toplantının iptal edilmesi için içimden dua ediyorum. Kar ağaçların dallarında birikmiş. Yasak ama sigara içiyorum odamda. Öğlen yemeğe verdiğim parayı bir sokak çocuğuna verseydim keşke diyorum, ya da bir hayvan barınağına bağışlasaydım. Birazdan sayfalar dolusu powerpoint sunumunun içinde hatalara takılacak sadece gözüm. Dışarıda kar tertemiz. Avuç içimi tanımıyor önce sistem. Bir daha okutuyorum. Ekranım açılıyor, kahvemi içiyorum. Telefonum çalıyor. Bir mail gelmiş, acilmiş - acil... Hemen şimdi kalkmak istiyorum yerimden. İki elimi de tanıyan o alete bir daha dokunmamak üzere gitmek istiyorum. Parktaki köpeklere sarılıp karda yuvarlanmaya belki. Sabah saate bakmadan gün ışığından zamanı tahmin etmeye. Kendime kaçmaya..

December 10, 2013

Huzurun Adresi: Melinda Pansiyon - Datça / Ovabükü




Datça - Ovabükü

Aslolan huzur.. Hayvanlarda vardır hani yeri belli olsun, bölgesi belli olsun isterler. Biz de öyle köşedeki masayı seçtik. Kahvaltılar, yoğurtlu biber patlıcan kabak kızartmaları, soğutulmuş bardaklarda öğlen biraları, akşam güneş dağların arkasına kaçmadan kavun peynir rakı, akşam balığı, karanfilli ekmekler, incir reçeli, gece sohbetleri, güneşe tenimizi bırakışımız, okuduğumuz kitabın üzerine düşen uykumuz hep orada, o köşe masada hikayelendi. Üç kişiydik, bazen tek tek - çoğunlukla bir. Buzlu bademlerin kabuklarını özenle soyduk, tavlanın pullarını ses çıkarmadan dizdik. Mayolarımız üzerimizde kurudu, akşam tuzlu saçlarımız, üzerimize örttüğümüz havlularımız, o kitabın sayfaları... Tam üstümde bu kadar parlak bir gökyüzü varken başımı kaldırıp dokuz gece ufo görme umuduyla bakındım. Göremedim :)... Oysa ne kadar yakışırdı bu huzura, içimin sessizliğine, Ovabükünün büyüsüne, Melinda Pansiyonun kokusuna..

Hayal kurdum, bırakmışım her şeyi. Omuzlarıma semsert vuran İstanbul'u, her sabah giydiğim yüksek topukları.. Gelmişim buraya. Gelmişiz. Bu kez dönmemek üzere.. Aynı masada rakımız, salatamız ve minderlerde bıraktığımız izler bizi unutmadan dönmüşüz. Datça yazmışım bir peçetenin üzerine, kitap ayracı yapmışım. Uyumuşum uyanmışım, uyumuşum uyanmışım hala Datça'dayım..

December 9, 2013

Zaman Benim Olsun


Sarıgerme

Bitiyor, bu yıl da. Zaman hep geçiyor. İnsanlığı bilmem, benim için travmatik bir deneyim lineer zamana teslimiyet. Doğum - yaşam - ölüm zincirinin en başını ve en sonunu kabul etmekte zorlanıyorum. Hep daha öncesini ve daha sonrasını merak ediyorum. Basit bir "cause and effect" kurgusu yapmak istiyorum, effect belli de cause nedir'de takılıyorum. Bilmemekse korku veriyor, haliyle. Neden doğduk, doğduk da neden ölüyoruz kadar basit bir sorunun cevabını veremiyorsan tam köke inmelisin önce. Tüm bu saçma bilinmezliğin köküne. Zaman denen fenomene...

Zamansa işte su gibi akıp giden, tıpkı bir nehir gibi baktığında hep sabit ama bir önceki değil baktığın.... Bense oynamak istiyorum her bir anla; bozup bozup tekrar yapmak istiyorum - içinde uyumak uyanmak ve uyuduğum ana geri dönmek istiyorum. Sonra hepsine isim vermek istiyorum - versiyon 1 versiyon 2 versiyon 3... O yağmurlu havada araba kullandığım versiyonu, evde kaldığım veya sokaklarda deli gibi ıslandığım versiyonu görmek eğlenmek ve gülmek istiyorum. Çok şey mi istiyorum... Zaman benim olsun istiyorum, ben zamanın değil... Ben uçmak istiyorum - uçabildiğim kadar uçmak - uçabildiğim kadar... uçabildiğim kadar... zamanın içinde uçmak istiyorum........

November 29, 2013

Huzurrrrr........



Garipçe



Alkol yok, dediler burada. Şalgam suyu acılı olsun, dedik biz de. Rakının kokusunu beynimle hissettim. Biraz yağmur, biraz deniz suyu ıslanırken üzerimde bir kaç polar şal - saçlarımda arılar ve çalışmayan bir ısıtıcı... Rüzgar da var - bol bol huzur da. Fotoğraf çekmek ne güzel masaya henüz kalamarlar gelmemişken. Midye de olsun, pul biber ve yağ içinde, dedik. Balıklar, şundan şundan. Salata, şöyle. Dedi ki, o film burada çekilmiş, çok kasvetliydi ama burası çok güzel... O evde.. Soğukta.. Film evet, izledim mi hayır. Adı yok aklımda, Ghobadi çekmişti. Hatırladım, Gergedanın Son Şiiri... Sigaramın kısalışına baktım, ucunda esen küllere.. Kısa bir filmdeyim sandım, öyle üşüdüm öyle üşüdüm ki polardan bir kütleydim.

Yine de yavaş, sakin ve hak ettiği gibi yedik balıkları. Şalgam suyu hep daha önce biter, öyle oldu yine. Salatanın son parçaları çatala gelmez; hesap ödenirken çay içilir... Huzurrrrr.....

Kararsızlık

Sarıgerme

Semptomlar, teşhis, tanı aşamalarından sonra tedaviye geçmeden hemen önce bir kararsızlık süresi vardır hani... Kart çeker gibi, kararsızlığın tepelerinde gezinilen.. Hafif sinirlilik halleri semptom, karnının acıkması teşhis.. Yemek yemen lazım, tedavi bu ancak.. Karar veremezsin; ne yesen ne zaman yesen nasıl... Hep aynı zincirin halkası gibi, aile arkadaş ilişki açlık iş güç hayellerin mutluluğun mutsuzluğun pişmanlığın savurganlığın hastalığın hepsi aynı işte tedaviye geçene kadar kararsızlıktasın. Bir de benim "durum" dediğim şey var, severim. Kolayıma gider. Zoru bu oysa ki. Durum mu? Durum, semptomda kalmak. Karnının ağrısında kalmak, mutsuzluğunda kalmak, hastalığında kalmak, açlığında kalmak, heveslerinde kalmak... Durum işte. Teşhise gerek yok, tedavi edilmesine ise hiç... İdeale kavuşma çabasına gerek yok. Durum, kabul etmek... Mutlu olmak... Uyum sağlamaya çalışmak... Öbür türlüsü ise mücadele etmek demek, ideal olarak belirlediğin için hep savaşmak ve zamanı kaçırmak.

Benim notum: Durum, tedavi edilecek olanı kendi kendine hallediyor zaten. Halletmiyorsa o senin durumun, başka türlüsü için hoplamana gerek yok.

Benim notum 2: Şöyle anlaşılmasın, mutsuzluklarımı kabullendim rahatım - bu değil söylediğim.. Mutluyum, bunu en küçük halde bile durumumda kalarak sağladım.

November 15, 2013

Kos'ta


Nikolas The Fisherman - Kos

 
En çok da bardaklara ısındı içim, sonra şaraba, sonra müziğe, mavi renge bir de. Rodos şarabı dedi, buz gibi de soğutmuş. Çam kokusu burnumdan genzime belli belirsiz kaydı. Sevdim. Ben her an Yunan adalarından birine üç beş eşya ile dönmemek üzere gidebilecekmişim gibi hazır hissederim kendimi. Bir terlik, iki bikini, ıvır zıvır ile ikisi de kırmızı olan sırt çantalarımdan hangisine sığabilirsem... Bir defter, bir sürü kalem, biraz daha kalem, biraz daha... Kos'tan kalkan teknelerle canım belki Kalymnos'a gitmek ister, sünger almak için. Kırmızı sırt çantalarımın büyük olanı benim olsun, küçük olanına sen koy mayonu, olmaz mı?

Yarın da sahildekinde yeriz. Belki kumlarda kedileri besleriz yine. Beni bilirsin, dog-lover'ım ben. Ama bu adanın kedilerinde siyah-beyaz filmlerin 'blur' huzuru var. Çöp arabasını kullanan adamda da vardı, Zia'da bana anasonlu likör satan kızda da, otobüsle okuldan dönen o çocuklarda da.. Biz de sanki yuvarlak değil ama yatay bir blur hat çektik üstümüze, gözlerimizi apaydınlık yaptık geri kalan her yerimizi bulut bulut...
 

Belki



Datça - Ovabükü

Dedim ki sıkışıp kaldım ben. Kendime. İçi hava dolu bir balondayım ama ölmüyorum da. Patlatmak dışında her yolu denedim - kolayını, zorunu, sinir bozucusunu. Depresyon, yok sayma, unutma, yalan söyleme (kendime en önce), günü yaşama, günü berbat etme, günü kaçırma, uyuşma, uyuma, orayı burayı gezme, saç kestirme, yeni yeni hobilere dalma... Balonun içinde.. Şişti, gerildi, pasparlak oldu balon. Kendi patlar belki dedim. Patlamadı. Sonra kaşıntılarım başladı, kızarıklıklarım, boyun ağrılarım, baş ağrılarım, diş sıkmalarım. Bir iğne buldum şimdi, elimde öylece duruyorum.

June 23, 2011

Simetri Avı

Robinson Club - Çamyuva
Göz arar. Genelde simetri, bazen değil. Aramadığında göz uyur.

Aslında yan yan yana dizilim mi burada bulduğum ilk anda, yoksa bir kırmızı - bir beyaz mı bilmiyorum ama simetri gözümün tam karşısında. Huzurluyum. Bu da ruhumun bulduğu. Düzen değil belki derdim ama kaos rüzgar esince hissediliyor, yelkenler dağılıyor - içim yoruluyor.

Hoş geldin yaz!

April 23, 2011

Campo Dei Fiori - Roma'da Sabah

Campo Dei Fiori - Roma
 En erkeni değildi saatlerin. Sabahtı, öğlene az kalmıştı, telaş henüz dorukta. Ses ve renk, bilir misiniz dalgadır. Soru değil. Öyle bir, içten düşünce sadece. İki dalga, aynı boyda. Ses de renk de üzerimden geçiyor şimdi. Burada, Campo dei Fiori'nin ortasında kalsam diyorum. Toplanıp, katlanıp, kaldırılsam öğlen olunca. Pazar yerleri aslında cennetin (ama paradise demek istedim heaven değil) hemen önündeki yerlerdir. Böyle kıvrım kıvrım, seslerin ve renklerin oynadığı, araya kokuların da dalıverdiği anlaması güç, hissetmesi çok kolay yerler. Sorsanız bana, Roma'nın top listi nedir diye - en başta Campo dei Fiori derim. Top 5'in ilki. Gözüne ve kulağına ve de burnuna kapılıp çıktıysan yola tabii ki.

Campo Dei Fiori - Rome
Tüm duyduklarımı, tüm gördüklerimi, tüm kokladıklarımı paketletmek istedim. Sondan ikinci günümüzdü sanırım. Baştan dört ya da beş. Tartare bunlar, dedi.. Dilimde o gün kaldı hala..

April 17, 2011

Flashback Versus Novelty

Trinity - Istanbul Modern Art Gallery Lounge - September 29, 2007
Gördüğün, yediğin, giydiğin, söylediğin, baktığın, korktuğun, sevdiğin, uzak durduğun değişir; bu da zaman işte. En fazla 10 yıllık filmleri izleyebiliyorum artık, hatta bazen 5.. Eskiyor dil ama ondan değil benimki.. Nedense dayanamıyorum ahizeli telefon, tüplü televizyon görmeye. Filmlerde. Eski çok eski arkadaşlıklara da tahammülüm yok. Anı biriktirmek, hatırlayıp hatırlayıp kurutmak da içimi çekiyor. Bayat kurabiye gibi dilini kesiyor insanın eski anılar.

Bir de güzel eskiler var, sevdiğim. Eski binalar. Eski güneş gözlükleri. 70 lerin yeşil koltukları. 80lerin müziği. Herkes haksızlık eder 90lara, ben mesela "alternatif" çabasını severim 90ların.

Yeni ve füzyon ilgimi çekse de çoğunlukla, bir de eski yöntemler var sevdiğim. Kekte tarçın olması, hastayken çorba içmek gibi.

Zaman eskitiyor, ayıklıyor, yenisini çıkarıyor karşımıza. Zamanla birebir karşılaşmayı deniyorum yine de. kahvaltıda turşu yiyorum. Vodkamın içine zencefil ve acı biber ekliyorum. En son değil, ilk başta ayakkabılarımı giyiyorum. Rastlantılarla büyük beklentiler içine giriyorum. Saksılar neden salata tabağı olmasın ki diye düşünüyorum.

Zaman geçiyor mu gerçekten emin değilim.

April 9, 2011

Çok Karışık Kafa İçi


LOST! - One of my digital collage work

İstanbul'da.. Güneş çıkar. Baş ağrısı yok olur.
Evde.. Elektrik geri gelir. Keyfim de...
Dün.. İş günün sonu. Trafik ve yağmur yanyana artık yakışmaya bile başladı.
Telefonum.. Eskidi artık. Kaçınılmaz son i-phone mu?
Bir Gün.. Herkes ünlü olacak, klişesi yerini kime kaptıracak?
Bileğimde.. Daha çok takı olsun. Kalabalık olsun.
Kulakta.. Küpe out.
Kaç.. Sezon sonra bilmem ama ayakkabı - bot - çizme artık modüler olacak. Hatta terlik - sandalet vs..
Buzdolabı.. İçleri daha düzenli nasıl olur? Tasarımda var sanki bir eksiklik.
Film.. İzlemek ev temizse güzel.

April 2, 2011

Ben Plus


For Art's Sake - A digital collage by me
Takıntım: Masa üstü simetri. Çatalların ucu tabakları hep eşitlesin. Peçeteler paralel mi bir de yandan bak. Zeytin tabağı yuvarlaksa, reçelinki de öyle olsun. Gazeteler üstüste, okunan / okunmayan - okunan / okunmayan. Uzunsa masa, bir kadın / bir erkek - bir kadın / bir erkek... Birinin arkasında, sağında, solunda yastık-minder varsa herkesin olsun. Ya da kimsede olmasın. Ben fincanda çay içerim, herkes bardakta. Telkinle oluyor artık, telkinle... herkes neyde içmek isterse içsin, rahat bırak kendini / rahat bırak... rahat bırak. Bunun simetriyle bir ilgisi yok ki.... Ama baksana iki kişilik masanda bir bardak / bir fincan diye gidiyor. İhanet yok yani takıntına..

Zorlandığım: Aynı anda okunur dört bazen beş kitap. Bunda sorun yok. Aynı anda biter mi? Biterse okuma hızın eşit değil her biri için. Eşit olsun da varsın aynı anda bitmesin mi yoksa. Bunu düşünmeliyim. Kategorize etmeli kitapları. Eşit hacimliler birlikte. İç kapakta tık sayısını bilgi düşseler - hayalim.

Yeteneğim: Su bardaklarına parmak uçlarımla vura vura çıkardığım sesleri bir cd'ye yüklesem. Müzik sahiden evrensel :)

Tarzım: Sigarasını orta yerinden söndürenlerden değilim. O görüntüyü sevemedim ben..

Gözüm: Her detayı görür. Zor. Görsün isterim her göz de. Yarım gören gözlerle dolu dünya.

Manik halim: Neyse ki rutin, bozulabilen bir şey. Enerji birikir, patlar, saçılır etrafa.. Çok test ettim, güneş var - rüzgar yok o günlerde.

Para fikrim: LA'de bir havuzlu villada yaşama olasılığı herkes için aynı. Matematik der ki olasılık varsa - felsefe der ki o zaman vardır. Para nedense gelmez aklıma bütün bunları düşünesim varsa.

Heyecanlandığım: Hiç giymediğim eteğin bir sabah aniden en vazgeçilmezim olabilmesi. Nasıl oluyor da siyah deri bir eteğin üzerindeki jean gömlek fikri mesela, aylarca birleşmek için o sabahı bekliyor kafamda. (Altına: yüksek topuk = avam... Düz.. dümdüz.. evet.)

Şaşkınlığım: Stabilo kalemleri ne çok seviyormuşum meğer.

Seçim

Met God Tonight - A digital collage by me
Seçenekli kalmak en zoru. Özgürleşmenin seni zorlayan yanı bu. Bana bırakma, derim çoğu zaman, sen seç. Değil ki bilmemek ne istediğini. Sadece uzun bir üşengeçlik. Üşengeçlik. Oluşmuş şarta adapte olmak, bu çaba daha güzel bazen. Keşifse keşif. Bazen der ki birileri, ortamı oluşturmak benim çabam. Karar vermek, seçmek, detayıyla ilgilenmek... Ama tek bir seans değil ki hayat. İkinci seans seçilmişin içinde oynamak. Topla işte ancak tam olur. Belirsizden çıkaracağımla, belirlinin sınırını zorlamak arasında fark görmüyorum çoğu zaman. İster yenecek yemeğin seçimi olsun, ister gidilecek yerin... İster doğduğun hayatın, dilin, zamanın.. Hep ikisi birbirine muhtaç fazlarla yaşanır. Seç gideceğimiz yeri, itiraz hakkım olsun.. İkinci sahnede çıkarım ben ortaya. Derim ki belki şu masa güzel. Belki de onu bile demem de kalkma saatine karışırım. Edilgenlikle karıştıranlar var ya, hastasıyım tabi.. Verilmiş kararı esnetip modifiye edebildiğin sürece sanma ki etkin değilsin. Düşün bir, hangimiz karşılaşmakdık Tanrıyla.. Hangimiz kendimizle oynamadık, şaşırtmadık..

Darwin Deez dinlemek gibi yani :) Constellations da olur.. DNA de... Deep Sea Divers da.. Seç, dinle ama.. İstersen yarım yarım. Kısa kısa... Ben The City'de takılıp kaldım. O mu, bu mu demedim.. Açtım bu çıktı karşıma..

February 12, 2011

İnsan


Nevizade - Beyoglu - Istanbul

İyi ve kötü arasındaki çizgiyi çektim parmağımla. Kalın geldi. bir de kalemle denedim. Hala kalındı. Aldım elime bir jilet, eh işte. Kalsın böyle ama dedim, çok çok çok daha ince. Görmezsin aslında sen o çizgiyi. Var derler de ben çoğunlukla yok bile olabilir derim aralarında bir çizgi. Anlamsız mı geldi? Boşver. Sen içindeki çizgiden bile habersizsin. Şöyle zikzaklar çiziyorsun hep. Bazen bile bile kendi iyinin sınırlarına sokuyorsun kötünü. Çizgine tecavüz edebiliyorsan sana ne ki benim görünmez sandığım çizgimden.

Akşam olunca bak etrafına. Her yerde ama her yerde görünmeyen çizgiler var aslında. İyinin sınırı, kötünün sınırı ve bir de insan olmanın sınırsız düz zemini... Bir yudum versene şu birandan. Benimki kaynama kıvamında.. İşte bu kadar çabuk ısınır biralar. Zaman da öyle geçer, başkasının birası hep soğuktur sanki.

Sen kimsin aslında biliyor musun, canımı fena halde sıksan da çoğu zaman sallamadığım sokaktaki milyon taneden birisin sadece. Kapkalın ama çatal çatal olmuş çizgilerinle giremezsin sevdiklerimle yaptığım sohbetlerin içine. Bana benzemesen de, seni anlamak için genelde susuyorum ve dinliyorum seni. Bazen bir kadınsın, bazen bir erkeksin, bazen hayatını çoktan eskitmiş birisin, ne garip ki çoğunlukla çok da gençsin. Öylesin ya da böylesin ama asla ben değilsin.

December 30, 2010

2011 Beni Hipnotize Etsene!!

Herkesin 'wishlist'i olur - benim de olur.. Benimki 21 maddede şunlarla hipnotize olmak:



Wish Tree - a digital collage by me


1- "Art is a lie that brings us nearer to the truth" yani "Sanat bizi gerçeğe daha yakın kılan bir yalandır" diyorlar bir felsefe forumunda - şurada . Bunu düşünecek vaktim olsun yeni yılda.
2- Slavoj Zizek kaplasın içimi dışımı. Bilmem ki plan mı yapsam önce şu kitabı sonra bu yazısı bir de bu düşüncesi var - kışın bu gider, yazın şu bitsin desem. Ama benim Zizek yılım olsun işte 2011.
3- Uni Posca kalemlerin her renginden, her uçlusundan alayım da bir de onlarla hayalimdeki boyamaları yapayım. Duvara, kağıda, pet şişelere, kumaşa, bardağa, kupaya, t-shirte, tahtaya, taşa şimdilik düşüncem. Hafiften dalsam ama "sanat bir yalanmış bak bu da benim en gerçek içim" desem soran sevgilime.
4- Gidip de yazacak yerlere sırt çantam hazır olsun - Belki Brüj, belki Casablanca, belki Lizbon, belki de en yakınımda Polonezköy.
5- Merak edilen bir blog olsun hypnotic agent - okunsun da hipnotize etsin zihni benim gibi karışık olanları.
6- Şu uzayın öte tarafındakilerden biriyle karşılaşsam - hadi en basitinden karşılaşan biriyle karşılaşsam da anlattırsam ve sorsam ufo dediğimize kızıyorlar mı uzaydaki dostlarımız - aşağılayıcı buluyorlar mı bu tanımı ki 'tanımlanamayan uçan cisim' demek biz dünyalıların saf ve basit yüreklerinin kusuru, 'pardon' desem.
7- Saçlarıma 4 aylık özgürlük tanısam, Brezilya Fönü meselesine damardan girsem. İlk deneyen ben olamadım ama hakkını versem yine de sallasam savursam saçlarımı.
8- Gri, platin, çukulata kahve, küf yeşili, çelik, şeffaf kırmızımsı pembe, gül kurusu, parlak lacivert... Bunlar henüz deneyemediklerim; tırnaklarımda bu renkleri olsun Essie, Leighton Denny, OPI gibi markaların. Şuradan seçsenize siz de kendi renginizi. "Less is more" diyor Leighton Denny bir tanesinde - gönlümü ona kaptırdım çoktan.
9- Bir defter aldım D & R'dan. Dream, yazıyor üstünde. Scrikss NoteLook defterler şurada, benimki hep yanımda. Yazsam, not alsam, hayal etsem, büyülensem ya bu yıl... Ne duruyorum.
10- Ah bir de yılların içi geçmiş dileği var ki beni tanıyanların bazıları bilir, bilmeyenler de duyunca şaşırır. Bir kitap yazsam. Artık ilerlese, yürüse, çoğalsa... Başladığım iş bitse.. Bu dilek değil, diyor içimden bir ses - bu senin tembellikle sınavın. Geçsem ama şu sınavı. Bu yıl benim mezuniyet senem olsa.
11- Var ruhumun domestik bir yanı. Fırın kabında en denenmemişi denesem de içine baharatlar doldursam, taze otlar eklesem, sıcakken servis etsem. (Bu dilek sadece zaman dileği - yani yemek yapacak daha çok daha çok daha çok zamanım olsun diyorum.)
12- Politically correct olamıyorum ben çoğunlukla. Sevmeyenlerim de çoğalıyor bu durumda. Ama ben 'correct' yoldayım içsel olarak çok da rahat. Ayrılmayayım bu yoldan. Uzadıkça uzasa mı terfi story'si.. Uzarsa ve hatta hiç gerçekleşmezse ben kendimi gerçekleştiririm (mi diyorum kendi içimde acaba). Bilinçaltımın yılı olsun bu yıl. Daha çok dinleyeyim bilincimin en derinlerini - ve böyle koyacaksam noktayı eski hikayeme, yeni hikayem en çabuğundan gelsin.
13- İzlenecek filmler var. Hepsi sığmaz buraya, yazarım ayrıca ama en başta Mr Nobody. Gelmiş D&R'a Bay Hiç Kimse diye. İzlesem düşünsem günlerce.
14- O makine Nikon D90 şimdilik. Alsam önce, kurcalasam, öğrensem, biraz daralsam, sabırsızlansam, ama çözsem sonunda ve hiç de fena olmayan fotoğraflar çeksem.
15- Uğurlu sayımı hissettim az önce. 21 miş gibi geldi bana. Tam 21 dilek dilemeye karar verdim. Su gibi içsem, ezberden bilsem 21'in sırrını. Şurada var bir şeyler. Ama bir tanesi etkiledi beni, diyor ki 'Represent the harmony of the creation.' 2011 sanki biraz numerolojiye de dalınacak bir yıl olacak.
16- Müzik de eksik olmasın bu yeni yılda ama en çok da şarap içerken çalan buğulu sesler lazım. Buika, Mariza, Cesaira Evora hep olsun ama yenileri de olsun. Onlar gibi içimden vursun. Kadehi yenilemek müziğin hakkı olsun. Falsa Moneda, nedir benimle alıp veremediğin :)
17- Diyor ki 'senin gibi şiir yazan yok'... Var elbette ama çok beğeniyor belli ki ve yazayım istiyor. Diyorum ki, şiir kalmadı!!! Oysa ki imge onun kastettiği, uzaklaşmamı istemiyor imgelerimden.. Yakın olayım daha yakın bu yıl... İçimden, Tanrı'ya en yakın olan yerden, çıksın düşlerim ortaya. Poetic tavır bazen kokteyl hazırlarken bile gösterir kendini.. Bu evrilmem oldu benim şiirde. Bazen yazarken, bazen giyinirken, bazen yemek yaparken.
18- Sırtımda, boynumda, omuzlarımda, başımın bir yarısında hep bir ağrı oldu eski yılda. Yeni yılda uçup gitseler. Bir de ner'den alınır bu Tiger Balm? Var mı giden uzak uzak uzak doğuya? Hafiflemek istiyorum bu yıl, neyse çaresi.. Daha mı az takmak kafaya - daha mı pozitif düşünmek - daha mı az önemsemek insanları - daha mı çok sevmek hayatı.. Palavra mı bunlar, masaj yeterli mi?
19- İtalyancam düşünmeden konuşacak kadar işlese içime de artık Fransızcaya da yer açsam. Bu çoğu insana tuhaf geliyor ama Fransızca konuşamamak beni utandırıyor. Bu yıl yine multilingual bir yıl olsun. Geçtim ben Almancadan. Anlarım ama değil o İngilizce gibi, vefasızlık öldürür dili... Ölmedi henüz ama ilgisizlik kuruttu sanki. Bir de şimdilik İspanyolcayı merak etmiyorum (bilgi olsun bu da).
20- Hayatımdan uzaklaşması gereken insanlar var. Enerjimi, gücümü, gülümsememi eksilten. Bir temizlik şart gibi. Ne hoş olur görmesem yüzlerini bu yıl. Onlar mı gitse ben mi? Çok kolay aslında orası onalara ait, ben gitsem ya bu yıl.
21- Son dilek shot olmalı. Hissediyorum arada bir yapabildiğimi, artık emin olsam astral yolculuklarımdan. Var mı böyle bir şey tartışmasını çok abes buluyorum, insanlar ikiye ayrılır - astral yolculuğun varlığına inananlar ve inanmayanlar. İnanıp da 'tamam bu onlardan biriydi işte' diye kendini kendine saklayanların rahatlığı düşsün üstüme 2011'de......

December 11, 2010

Roma'da Zihnime Temizlik

Too Much near Piazza Navona - Rome
Göz bazen dalar gider. Kırmızı örtülü masaları olan minik bir cafedesindir. Seçtiğin yemek, içtiğin şarap, çatal-bıçak, peçete vs olmasını istediğin yerdedir. Ne senden çok uzakta, ne de kollarının özgürlüğünün ortasında.. Böyle hafifken her şey göz dalar gider, tam karşıya...

Too much... Gözümle gezdim kapalı kapının içini.. Önce kapıdaki notları okudum tek tek. Arada gelip geçen ve içeriyi seyredenlere baktım. Gittiler. Mesaj aradım, gök kuşağında, cama yapışmış stickerlarda, magnet ve bir sürü detayda.. Zihinlerimiz ne kadar da klişeye ve ön yargıya teslim olmuş. Serbest bir dalış yapamıyor detay denizine. Arıyor. Arıyor. Arıyor. Bulmaya çalıştığı sadece zihninde olanın doğrulanması. Yazık, dedim, zihnime. Yazık, temizlemem gerek seni acilen. Mesaj yok hiç bir detayda. Arama istemeden de olsa. Kapıyı sabah açan, akşam kapatan herkes olabilir. Bir kadın, bir gay, bir erkek, bir terk edilmiş, bir öğrenci, bir göçmen, bir yazar, bir punkçı, bir musevi, bir çift, bir Hintli, bir İtalyan... Anlam denizine sürükleme detaylardan yürüttüğün ön yargıları. Dedim zihnime. Bir yudum daha şarap. Birazdan kahve de içer miyiz?

Gözlerimi kaçırdım kapıdan. Roma sokaklarının sessizliğine bıraktım. Birazdan Piazza Navona'nın canlılığına karışacak. Sözü var bana, klişelerin ve ön yargıların lekelerini sile sile bakacak gördüklerine. 'Kim' değil de 'Nasıl' dolduracak merak sorularını... Nasıl...

December 7, 2010

Sorular Roma Sokaklarında

Via del Corso - Roma
Üzerine basılacak mı? Tekrar gittiğimde silinmiş olur mu? Yağmur mevsiminde bunu neden yapar o adam? Akıp kaybolması onun eserini de yok eder mi? Süreç midir önemli olan sanatta yoksa sonuç mu? Para vermesek de o bitirecek neden? Kazandığı para boya almaya yetiyor mudur? Sadece bir bakıp gitmek yeter mi? Kalıp onunla birlikte eserinin bitmesini beklemek de, yani sürece dahil olmak da sanat mı? Bekleseydik sonuca etkimiz ne olurdu? Yolda yürüyen kaç kişi o adamı fark etti? O kaç kişiyi fark etti? Rastlantı mıdır bu resmin yapıldığı gün yağmurun ara vermesini açıklayan tek söz? Bu sokak ressamının adı ne? Sakalını ne zamandır kesmiyor? Ayakkabısı, ceketi, eldivenleri ne marka? Sırt çantasında ne var?

En çok da şu: Süreç midir önemli olan sanatta yoksa sonuç mu? Buna takıldım bu fotoğrafla...

Ruhumun İçinin Rengi Roma'da

Rome
Roma sokaklarında bir renk aradım. Tarifi zor diyordum. Böyle içim gibi olsun. Yürüdüm, yürüdüm, buldum. bu renk işte içim, dedim. Kime? Kendime... Bir de sessizce sevgilime. Ellerimle dedim ona. O anladı. Yürüdük tekrar. Bir kadeh şarap için ne yesem... Fark eden şarabın rengi oldu o an. Kırmızı. İçim değil, şarap. Belki en sevdiğim risotto... Belki makarna. Az değil, yeterince pişmiş onun adı - al dente. Az pişmiş diyenler yemesin. 8 bazen 9 bazen de 11 dakikalık makarnalar üzerine denemeler insanı güzel şaşırtır. Deneyin n'olur.

İçimin rengi, şarabın rengi hazır. Makarnanın kıvamı da hazır - neyse ki burası İtalya. Ritm kendiliğinden gelir kulağa. Onlar konuştu ben dinledim. Şimdi desem ki sesli harfle biten kelimeler ruhunu esnetir insanın. Bir açık kapı bırakır. Girip başka bir ruha, katılasın diye karmaşasına ya da güzelliğine. Kulağımı dört açtım ben de. Girdim tanımadığım ruhların içine. Rengimi bıraktım onlara.

Pembe değil, turuncu hiç değil, yavru ağzı, somon, gül kurusu değil... Bu rengin adı = Ruhumun içinin rengi...

Hazırım


Kurt Halsey - "When we sparkle, I just glow."



Ruhuma yetmiyor. Şu sıralar hiçbir şey. Matrix'i tekrar seyrettim. Üçlemeyi düşünüyorum. Kesmedi ama. eksiğimi dolduramıyorum. Başka bir not düşsünler aklımın benim bile giremediğim köşelerine istiyorum. Küçük bir detay sıkıştırsınlar, kaçıp gitsinler sonra. Öyle karışayım, öyle tepetaklak olayım ki kendimi tedavi edecek yollara dalayım. Ruhuma yetmiyor işte bugünlerde ne bir fiilm, ne bir müzik, ne hala kış günü herkesi şaşırtan güneş. Gezintiye çıkıyorum, sanal banal dünyalarda. Diyor ki 'Biz parladığımızda ben kızarıyorum.' Belki de ışıldıyorum diyordur. Ben kızarmayı yerleştiriyorum zihnime. Bu mu, diyorum, haberci.. Böyle bir şey olsa duvarımda. Bilmiyorum. Açlığım gitmiyor. Bir süre idare ediyor işte. Kurt Halsey'e ev sahipliği ruhumun bir kaç saat sürüyor. Ona bile. Anlayın ne bulantı günlerden geçyorum. Zemin hazırlıyorum kendime. Biraz depresyon üretmeye iyi gelir. Girip de çıkamama korkusu, konfor bağımlılığının flash-back'i gibi çarpıyor yüzüme. Çıkarım telkinleri.. Kendi kendime.. Konfor ne zaman lazım biliyor musunuz, ürettiklerinin tadına varmak için. Yeni bir zemin daha.. Hazır. Şimdi bir girip çıkmaya kaldı depresyon. Kafayı uzatsam kaç cümle yazdırır bana?

YAZ.. NERDESİN?



Riva

Cesaria Evora aklımın önüne seyredeyim diye bir anı getiriveriyor. Adı 'Yaz'... Bugün sıradan bir Salı'ysa, işe gitmeme mucizesi de yanındaysa, Aralık güneşinin tek bir anlamı var bence - Yaz geliyor! Bir kaç karlı ay, soğuk ve rüzgar bile engelleyemez. Yine de gelir Yaz... Yine bir şemsiye altında uyuyakalınır. Yine soğuk biraların yanına patates söylenir. Islak saçlarımın hafiflettiği ruhumu çekerim içime. Gelir yaz... Biliyorum.. Yine gelir..

October 23, 2010

Beyrut 8 - Masal Şehir




Roman Baths - Downtown - Beirut
  
Roma Hamamları... Sessiz binaların arasında tarihin öncesi ve şimdisi... Biz kim bilir kaç zaman öncesinin tozunu soluyoruz... Paylaşıyoruz.. Ayak ve el izlerimiz kaç zaman sonraya taşınacak... Beyrut daha kaç zaman dingin kalacak?


Roman Baths - Downtown - Beirut
 
Masal başlarken sonunu bilirsin, elmalar üç tanedir hep. Biri de benim başıma düştü. Merdivenlerden inerken aklıma dönüş geliyor, siliyorum hemen. 'Roma hamamlarında neler yaşanmıştır'a geçiyorum..



Cornishe - Beirut

Akdeniz boyunca hep aynı his.. Sanki Mersin sahil boyunca ya da İzmir kordonda yürüyorum hissi.. Beyrut Cornishe.. Deniz boyu uzanan yollar ve denize bakan evler hep aynı mı yoksa... Palmiyeler, hurmalar, balık tutan adamlar.. Kayalar, kayaların arasında bira kutuları.. Lisede okulu kırmış gibiyim. Sahilde yürü - elini tut...


Kahlil Gibran Park - Downtown - Beirut


Roma hamamlarının yanında Halil Cibran Parkı. Cibran'ın kitabıysa hala çantamda..
 

Hamra Street - Beirut

Fotoğrafını çekebilir miyim, dedim... Ekmekleri sorduk sandı. Çanta gibi ekmekleri anlattı Arapça, biz İngilizce fotoğraf izni isterken ekmekleri gösterdi. Çektik fotoğrafını. Konuşuyordu. Ne diyordu. Eliyle 'çekmeyin' demiyor.. Ekmekler 5 lira diyor. Ya da 5 kuruş? Ya da 5i 1 lira :)



Hamra Street - Beirut
   Anlatıyor ekmekçi.. Dinliyoruz. Anlatmaya devam ediyor. Arapça dinlemek anlamasan da güzel.

"Shark" by Xavier Veilhan - Souks - Beirut
  2008de yapmış.  Polished inox malzeme.. Köpekbalığı ama daha çok uçağa benziyor ve dönüşü hatırlatıyor.


Sculptures at Beirut Souks

Çarşının önünde çok var bu taş heykellerden. Yüzleri var, ifadeleri... Ruhları da var bence. Duydular beni. Konuştum. Taksiye bindik sonra - tam önünden Hamra'ya 10 Lb..

Beyrut 7 - Taş Binalar Ruha İyi Gelir


St Francis Roman Catholic Church - Hamra - Beirut

Beyrut'ta taş binalar önce gözüme sonra ruhuma iyi geliyor. Ellerimle dokunuyorum. Kokluyorum. Zamanın içimden akışını, kendi zamanımın yanımdan geçişini düşünüyorum. Dua ediyorum, zamanımı çalmaya çalışanlardan kurtulmak için dua ediyorum. İyi geliyor bana...


Haigaizan University - Hamra - Beirut

Din ve Felsefe bölümü derslerine zevkle girerim. Hagazian Üniversitesi insanda daha çok bilme hevesi uyandırıyor. Hani öyle tarihin öncesine gitsem ama astroloji ve fizikten de eksik kalmasam gibi. Biraz teoloji, biraz matematik...



St Elias Maronite Church - Hamra - Beirut

Kiliselerin de kendi kokusu var. Sadece mum ve tütsü değil, Tanrı kokusu...



Institution Sainte Anne - Hamra to Downtown - Beirut

Muz ağaçları arasında okula gelen küçük çocuklar. Büyümek sonraki iş... Daha çok var.. Büyüdükten sonra da geri dönüş yok..  


Gemmayzeh - Beirut

Pencerelere dikkat! Hikaye akıyor pencerelerden.. Var mıdır salonlardan birinde koltuğunda bir kadın, elinde likör bardağı - ama uyumak üzere - direniyor. Öğleden sonra uykularını hatırlatıyor bu bina..



Al Amine Mosque - Downtown - Beirut

Duyduğum en ilginç ezan... Belki başka bir camiden, belki Al Amine'den... Çan sesi de hemen arkasından.. Yollarda yürümek akşam üstü her şehirde aynı. Her şehrin kendine göre trafiği ve ezan sesi farklı ama telaşı aynı...



Nejmeh Square - Solidere / Downtown - Beirut

Bu meydan, saat kulesi ve boşluk hissi... Sabahın ilk yürüyenleri biziz... Taşlara baka baka, şaşkın şaşkın... Beklemiyorduk bu mimariyi - nedense... Kahve içerken susmamız bundan mı acaba... Güzel binalar da sarhoş eder insanı..



Downtown - Beirut

Varım - Varsın - Var... Bu binaların bombalanma ihtimali üzüyor beni.. Hep var olsun istiyorum.. sonsuza dek..



Saint George Orthodox Cathedrale - Downtown - Beirut

Kart aldık, mum da aldık.. Katedralin içinde gizlice fotoğraf da çektik.. Mum kokusunu içimize de çektik. Mum şimdi kitaplığımda.. Parası da kilise vakfında...



Parliament Building Area - Downtown - Beirut
 
Asker düdü çaldı. Çekemezsin diyor, parlamento binası var oralarda bir yerde.. Düdük sesi - ok işareti baş parmakla - ama çekilen fotoğraf silinmez.. Zaten eksik çekilmiş - tehlikesi yok bunun. Yan taraftaki parlamento binasını çekmemek için zor tutuyorum kendimi.. Yola devam. Sola dönünce Solidere.. Askerlerin arasından geç, meydana çık. Her yer taş bina. Ruhuna iyi gelecek!
Related Posts with Thumbnails